MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 01.09.2025 10:01

Dürtmen Dağı’nda sessiz bir çığlık: Alaçam susuz, topraksız, havasız kalırsa!

Facebook Twitter Linked-in

Bugün Uşak’ta çeşmeden akan suyun kıymeti, ancak kaybedildiğinde anlaşılabildi. İşte şimdi aynı senaryo, Karadeniz’in bereketli topraklarının kalbi olan Samsun’un Alaçam ilçesinde, Dürtmen Dağı’nın eteklerinde yeniden sahnelenmek isteniyor.

Kanadalı bir şirket, Dürtmen Dağı’nda siyanürlü altın aramaya hazırlanıyor. Masum bir “yatırım” olarak sunulan bu proje, aslında doğrudan yaşamın damarlarını kesmeyi hedefleyen bir kıyım planı. Çünkü siyanürlü altın madenciliği, sadece toprağı kazmak değildir; aynı zamanda suyu zehirlemek, havayı kirletmek, köylerin geleceğini çalmak demektir.

Suyun Bedeli Altın Değil, Hayattır

Alaçam’ın köyleri yıllardır derelerden beslenir. Bahçeler sulanır, tarlalar yeşerir, hayvanlar su içer, çocuklar dere kenarında serinler. Fakat Dürtmen Dağı’na vurulacak ilk kazma, bu yaşam döngüsünün bozulmaya başlaması demektir. Çünkü siyanürle altın ayrıştırma süreci, tonlarca suyu tüketir. Bu su, bir daha geri dönmez; zehirlenir, toprağa karışır, dereleri besleyen kaynakları kurutur.

Bugün Alaçam’ın köyleri suyun bereketiyle ayakta duruyor. Peki ya yarın? Eğer bu proje gerçekleşirse, köylüler susuzluktan göç etmek zorunda kalacak. Tıpkı Uşak’ta olduğu gibi, suyun yokluğunu yalnızca insanlar değil, arıların, kuşların, balıkların da çığlığı duyuracak.

Toprağın Kanını Çekmek

Dürtmen Dağı sadece bir dağ değil; orası Alaçam’ın ciğeridir. Ormanları, otlakları, köylerin geçim kaynağıdır. Altın için açılacak her galeri, toprağın kanını çekmek, onu ölü bir kabuğa dönüştürmek demektir. Bu yıkımın geri dönüşü yoktur. Çünkü madenin ömrü 10-15 yıl olabilir, ama geride bırakacağı tahribat yüz yıllar boyunca sürer.

Alaçamlı bir köylünün dediği gibi: “Altını yiyemeyiz, altınla susuzluğumuzu gideremeyiz.” Bugün verilen izinler, yarın torunlarımızın aç kalması demektir.

Yaşam mı, Rant mı?

Siyanürlü altın madenciliğinin “istihdam yaratacağı”, “ekonomi sağlayacağı” söyleniyor. Ama bu masalları çok dinledik. Uşak’ta, Bergama’da, Artvin’de… Sonunda gördük ki madenler kârı dışarıdaki şirketlere götürdü, halka ise işsizlik, göç ve kuraklık kaldı.

Alaçam’ın da önünde iki yol var:

Ya suyun, toprağın, ormanın kıymetini bilip yaşamı savunacağız.

Ya da altının parıltısına aldanıp bir ilçeyi çoraklaştıracağız.

Alaçam’ın Çığlığı

Bugün Dürtmen Dağı’nda kuşlar öterken, yarın sessizlik hâkim olabilir. Bugün köylerde çeşmeler şırıl şırıl akarken, yarın kurumuş oluklar kalabilir. Bu yüzden Alaçam’ın çığlığı şimdiden duyulmalı. Çünkü mesele sadece bir dağın değil; bir kültürün, bir yaşam biçiminin, bir ilçenin geleceğidir.

Uşak’ta susuzluğun bedelini ödeyenler, bugün Alaçam’a bakıp aynı felaketin gelmekte olduğunu görmeli. Daha geç olmadan, bu kıyıma “dur” demek, yalnızca Alaçamlıların değil, tüm Türkiye’nin görevidir. Çünkü suyun, toprağın, ağacın vatanı yoktur; hepsi hepimizin ortak mirasıdır.

Bir gün çeşmeden su yerine susuzluk aktığında, hiçbir altın damla suyun yerini tutmayacak. Alaçam’ın geleceği, altının rengiyle değil, suyun berraklığıyla yazılmalı. Dürtmen Dağı altın için değil, yaşam için kalmalı.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —