Türkiye, son yılların en ağır güven krizlerinden biriyle karşı karşıya: Sahte diploma skandalı. Üniversite mezunu olmayan kişilere sahte diplomalar düzenlenmiş, bu kişiler devlet kadrolarına yerleştirilmiş, hatta bazıları öğretmenlik, doktorluk gibi hayati görevleri yürütmüş. Üstelik hayatını kaybetmiş kişilerin kimlik bilgileri bile kullanılmış. Bu sadece bir "belge sahteciliği" vakası değil, doğrudan devletin itibarına, kamu düzenine ve insan hayatına yönelik bir tehdit.
Peki, bu kadar yıl boyunca bu düzen nasıl işler halde kalabildi?
Diplomaların doğruluğu, YÖK, üniversiteler, Milli Eğitim Bakanlığı ve personel atamalarını yapan devlet kurumları tarafından defalarca kontrol edilmesi gereken bir süreçtir. Ama bu zincirin her halkası ya körleşmiş, ya susturulmuş ya da bilerek göz yummuş. Bu durum yalnızca sahte diploma alanlarla sınırlı değil; aksine, denetim yapmayan, sistemi sorgulamayan, uyarılara kulak tıkayan her bir kamu görevlisi bu düzenin ortağıdır.
Sorumluluk sadece sahtecilerde mi?
Hayır. Bu düzeni kuranlar kadar, o düzeni görmezden gelenler de suçludur. E-imza ile sisteme girilen sahte belgeleri kontrol etmeyen memur da, uyarıları raporlamayan denetçi de, işe alımlarda “belge tamam” deyip arkasını dönen idareci de aynı sistemin parçalarıdır. Bu zincirin her halkası kırılmadan, kamu vicdanı rahatlamayacak.
Üstelik bu skandal yalnızca bir “kişisel çıkar” meselesi değil. Gerçekten üniversite okuyan, yıllarını eğitimine veren, sınavlarda ter döken gençlerin hakkı gasp edildi. Mülakatlarda elenen, güvenlik soruşturmalarına takılan binlerce kişinin kaderi, sahte diplomalıların araya sızmasıyla değişti.
Ne yapılmalı?
Bu skandal, “birkaç kişinin hatası” denilerek örtülecek türden değil. Aksine, devleti içeriden çürüten bir ihanet zinciridir. Ve artık bu zincirin bir yerinden koparılması değil, tamamının sökülüp atılması gerekiyor.
Gerçek diplomalıların hakkını geri verin. Devletin itibarını iade edin. Göz yumanı da, unvan gasp eden sahtekârı da adaletin terazisine koyun.