"Çok büyük bir felaketle karşı karşıyayız."
Bu cümle, geçtiğimiz günlerde çıkan orman yangınında 10 vatandaşımızın hayatını kaybetmesinin ardından iktidarın ilk açıklaması oldu. Aynı cümleyi daha önce defalarca duymuştuk: 2021’de Manavgat ve Marmaris’te, 2023’te Çanakkale’de, 2020’de Giresun’da selde, 2019’da İstanbul’daki dolu ve fırtına felaketinde. Hep aynı cümle, aynı ezber. Ancak artık kamuoyunun sorması gereken soru şu:
"Bu ülkeyi yönetenler için kaç yıl yeterli olacak?"
Felaket mi, Sonuç mu?
Her felaketin ardından gelen “doğal afet”, “ön görülemeyen olay” söylemleri, toplumun gözünde meşruiyetini yitiriyor. Çünkü bilim insanları, çevre örgütleri ve gazeteciler yıllardır uyarıyor: İklim krizi kapıda değil, içeride. Türkiye, Akdeniz Havzası’nda yer alan ve iklim krizinden en sert etkilenecek ülkelerden biri. Küresel ısınmanın doğrudan sonucu olan uzun kuraklık dönemleri, ardından gelen ani yağışlar, sıcak hava dalgaları ve devasa yangınlar artık yeni norm haline geldi.Ama iktidarın normu değişmedi. 23 yıldır değişmedi.
23 Yılda Ne Yapıldı, Ne Yapılmadı?
2002’den bu yana iktidarda olan yönetim, çevre politikaları konusunda karnesi en zayıf ülkeler arasında yer alıyor. 2021'e kadar Paris İklim Anlaşması’na taraf olmadı. İklim Bakanlığı hâlâ yok, yerine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı gibi “birçok konuyu aynı torbaya atan” bir yapı mevcut. Ormanların, meraların, zeytinliklerin maden şirketlerine peşkeş çekilmesi; termik santrallerin ve betonlaşmanın teşviki, iklim krizine karşı mücadele değil, tam aksine felaketi hızlandıran uygulamalar olarak karşımıza çıktı.
Peki yangınlara karşı hazırlık?
Her yaz benzer felaketler yaşanmasına rağmen yangın söndürme uçaklarının yetersizliği hâlâ sürüyor. 2021’de THK uçaklarının hangarda bekletildiği ortaya çıktığında kamuoyu büyük tepki göstermişti. O günden bu yana çok şey söylendi ama değişen fazla bir şey olmadı.
İnsan Canı Bu Kadar Ucuz mu?
10 can gitti. Birlikte yaşadığımız komşularımız, arkadaşlarımız, meslektaşlarımız, evlatlarımız. Ve biz yine aynı cümleleri duyduk: “Çok büyük bir felaket. Elimizden gelen yapılıyor.” Bu ülkede vatandaşın canı bu kadar mı ucuz? Devletin asli görevi olan “koruma” sorumluluğu neden yalnızca kriz anlarında hatırlanıyor? Neden önlem almak yerine hep acıyı yönetmekle yetiniliyor? İktidarın “her şey kontrol altında” retoriği artık gerçeklerle çelişiyor. Kontrol altında olan tek şey, kriz yönetiminde kullanılan söylemler.
Sorumluluk Sessizliğe Kurban Edilemez
Her felaket sonrası muhalefeti “provokasyon”la suçlamak, medyayı susturmak, sosyal medya paylaşımlarını tehdit gibi algılamak, toplumu susturmak demektir. Oysa sorumluların konuşması gerekir. Gazetecilerin, bilim insanlarının, halkın uyarılarını duymayan bir sistem, daha kaç can gitmesi gerektiğini açıklamalıdır.
23 yıl yetmedi mi?
İklim krizini hâlâ görmezden gelmekte ısrar eden bir anlayışın, 24. yılına girmesi bu ülkenin geleceğine yapılacak en büyük kötülük olacaktır. Artık söz değil, sorumluluk alma zamanı. Geç kalınmış her önlem, yeni bir felaketin davetiyesi olmaya devam edecek.