Gelinen noktada ise, enflasyonu kontrol altına almak adına bu kez faizi son yirmi yılın en yüksek seviyelerine çıkarmak zorunda kalmıştır.
Ancak görülmüştür ki; faiz artışı da enflasyonu düşürmeye yetmemiştir. Bu başarısızlığın bedeli ise doğrudan halka kesilmiştir. Maaş ve ücretleri düşük tutmanın enflasyonu kontrol altına alacağı söylemi, her fırsatta dile getirilmiş; böylece emekçilerin alım gücü sistemli olarak düşürülmüş, halk yoksullaştırılmıştır. Tüm bu uygulamalara rağmen enflasyon düşmemiş, aksine halkın yaşam koşulları her geçen gün daha da kötüleşmiştir.
İktidarın bu yanlış ekonomik tercihleri, ülkemizin geniş emekçi kesimlerini ağır bir hayat mücadelesine mahkûm etmiştir.
Toplu sözleşme süreci yaklaşırken;
Bu kez masada emeğin kazanması için sesimizi yükseltmeye, mücadele etmeye devam edeceğiz!
Eğitim-İş olarak, emeğin onurunu ve alın terinin değerini savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
Eğitim-İş Samsun şube başkanı Onur Gündüz, Konuyla ilgili hazırladığımız raporumuz şöyle ;
Eğitim-İş Samsun Şubesi Raporu – 2025
Covid-19 pandemisi sırasında üretim küresel çapta ciddi oranda gerilemiştir. Pandeminin ardından ülkeler, parasal genişleme politikalarıyla üretimi desteklemiş, büyüme oranlarında artış sağlamış ve pandeminin olumsuz etkilerini büyük ölçüde telafi etmiştir. Ancak bu dönemde üretim girdilerine olan yoğun talep, maliyetleri artırmış ve arz yönlü bir enflasyon dalgası ortaya çıkarmıştır.
Birçok ülke, bu noktada ya üretimi artırmaya devam etme ya da enflasyonla mücadele arasında bir tercih yaparken, çoğunluk enflasyonu önceliklendirmiştir. Türkiye ise ters yönde ilerlemiş; dünyada faizler yükseltilirken, faizleri düşürerek "üretimi teşvik edeceğini" öne sürmüştür.
Mart 2021'de başlayan faiz indirim süreci, Mart 2023'te faizlerin %8,5 seviyesine kadar gerilemesiyle devam etmiştir. Ancak bu dönemde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda sık sık yaşanan başkan değişiklikleri, kurumun bağımsızlığına dair soru işaretleri yaratmış, ekonomik güveni sarsmıştır.
Faizlerin düşük tutulmasının hem üretimi hem de enflasyonu olumlu etkileyeceği varsayımıyla hareket edilmiştir. Ancak kısa vadede hem enflasyonu düşürmek hem de işsizliği azaltmak mümkün değildir. Türkiye bu gerçeği acı bir şekilde deneyimlemiştir.
Düşük faiz, üretimi artırmamış; tam tersine, döviz kurunu yükselterek ithal girdilere bağımlı üretimi daha pahalı hale getirmiştir. Bu durum, özellikle sanayi sektöründe üretim daralmasına yol açmış; sonuç olarak Türkiye hem yüksek enflasyonla hem de azalan üretimle karşı karşıya kalmıştır.
Sanayi üretim endeksi verileri, 2024 ve 2025 yıllarında ciddi bir üretim düşüşüne işaret etmektedir. Bu durum, düşük faiz politikasının hem üretimi hem de enflasyonu kontrol edemediğini açıkça göstermektedir.
Sonuç olarak ekonomi yönetimi, yönünü tekrar enflasyonla mücadeleye çevirmiş, faiz oranları hızla artırılmıştır. Ancak faiz artışları beklenen yabancı sermaye girişini sağlayamamış, döviz kuru baskılanmış ve ekonomik belirsizlik sürmüştür.
Faiz artışı, teorik olarak enflasyonu baskılaması gereken bir araçtır. Ancak Türkiye’de bu sürecin istikrarsız yürütülmesi, “sıkılaşma” gibi dolaylı ifadelerin tercih edilmesi ve Merkez Bankası başkanlarının sıkça görevden alınması, ekonomik güveni zedelemiştir. Bu güvensizlik, yabancı yatırımcının temkinli davranmasına neden olmuş, sermaye girişi sınırlı kalmıştır.
Enflasyonla mücadelede kullanılan bir diğer yöntem, maaş ve ücret artışlarının sınırlanması olmuştur. Ancak bu politika, halkın refahını korumaktan ziyade onu sistemli biçimde yoksullaştırmış; zengin–yoksul uçurumunu daha da derinleştirmiştir.
Asgari ücrete iki yıl ara zam yapılmaması,
TÜİK tarafından açıklanan düşük enflasyon oranları,
Toplu sözleşmelerde verilen düşük zamlar,
Artan dolaylı vergiler
tüm bunlar dar gelirli kesimlerin yaşam standartlarını daha da geriletmiştir.
Bu süreçte, ücretleri baskılamakla tüketimin düşeceği ve enflasyonun kontrol altına alınacağı varsayılmıştır. Ancak bu yaklaşım, yalnızca sabit gelirlinin alım gücünü yok etmiş, sermaye kesiminin kâr oranlarını artırmıştır. “Kâr enflasyonu” denilen olgu, bozulan fiyatlama davranışlarıyla birlikte kalıcı hale gelmiştir.
Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz, sadece yanlış faiz politikalarından değil, aynı zamanda güvensizlik, kuralsızlık ve gelir adaletsizliğinden kaynaklanmaktadır. Ücretleri kısmak, halkı fedakârlığa zorlamak ve mali yükü dar gelirli kesime yıkmak, bir çözüm değil, sorunun derinleşmesidir.
Şu açıkça görülmektedir:
Politika yapıcı kurumlar güven vermedikçe,
Fiyatlama davranışları düzeltilmedikçe,
Vergi sisteminde adalet sağlanmadıkça,
Ücretler gerçek enflasyon karşısında korunmadıkça,
enflasyon düşmeyecek, sadece toplum daha da yoksullaşacaktır.
Eğitim-İş olarak, 8. Toplu Sözleşme sürecinde emeği sömüren, halkın refahını göz ardı eden her türlü ekonomi politikasına karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.
Soframızdan çalınan lokmaları, adaletsizliğe kurban etmeyeceğiz.
Yanlış ekonomi politikalarının faturasını halka ödetmenize izin vermeyeceğiz.